20 Nisan 2024

Dr. Hayati BİCE: Din Dilinin Türkçeleştirilmesi ve Yesevî Hikmetleri

Din Dilinin Türkçeleştirilmesi ve Yesevî Hikmetleri Dr. Hayati BİCE* _____________________________________   ÖZET Din Dilinin Türkçeleştirilmesi ve Yesevî Hikmetleri Din, genellikle alışkanlık, âdet, ödül, ceza, insanın Allah’a, kendi nefsine ve insanlığa karşı mükellef olduğu görevler olarak tanımlanmıştır.  Bu tanıma göre din, Tanrı ile insanlar arasındaki ilişkinin düzenlenmesi noktasında işlev görecek bir iletişime ihtiyaç duyar. Buradaki iletişim […]


Din Dilinin Türkçeleştirilmesi ve Yesevî Hikmetleri
Dr. Hayati BİCE*

_____________________________________

 

ÖZET

Din Dilinin Türkçeleştirilmesi ve Yesevî Hikmetleri

Din, genellikle alışkanlık, âdet, ödül, ceza, insanın Allah’a, kendi nefsine ve insanlığa karşı mükellef olduğu görevler olarak tanımlanmıştır.  Bu tanıma göre din, Tanrı ile insanlar arasındaki ilişkinin düzenlenmesi noktasında işlev görecek bir iletişime ihtiyaç duyar. Buradaki iletişim aracı “din dili” olarak kavramlaştırılmıştır.

Türkçe konuşan insanlara İslâm’ı anlatmak hedefini gözeten Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî de hikmetlerinde, anlaşılmayı hedef alarak muhataplarına Türkçe seslenmeyi tercih etmiştir. Bu sesleniş hikmet adlı şiirleri vasıtasıyla yüzyılları aşarak bugüne kadar ulaşmış ve Türklerin manevî hayatında silinmez izler bırakmış ve bırakmaya devam etmektedir.

Bu sunumda Hoca Ahmed Yesevî’nin hikmetlerinde sıklıkla kullanılan Yaratıcı, Cennet, Cehennem sözlerini Türkçe ifadelerle nasıl anlattığı dile getirilmektedir.

Anahtar Sözcükler: Din, din dili, Hoca Ahmed Yesevî, Türkistan, Tanrı, Uçmak, Tamu
__________________________________________

 

 

Din kelimesinin anlamı sözlüklerde çok farklı karşılıklarla kaydedilmiş olsa da genel kabul ile alışkanlık, âdet, ödül, ceza, insanın Allah’a, kendi nefsine ve insanlığa karşı mükellef olduğu görevlerin tamamı, Hak Teâlâ dergâhına kulluk edasına vesile olan ibadetler olarak tanımlanmıştır.[1] Bu tanıma göre din, Tanrı ile insanlar arasındaki ilişkinin düzenlenmesi noktasında işlev görecek bir iletişime ihtiyaç duyar ki, bu da “din dili” olarak kavramlaştırılmıştır. Din dilini doğru anlayabilmek için dinî metinlerin son derece metaforik özellikli olduğu göz önünde tutulmalıdır.[2]

Müslümanların kutsal kitabının birçok âyetinde “Kur’ân’ın insanların akledip anlaşılması için” indirildiği bildirilmiştir.[3] Bu âyetlerde bunu sağlayacak aracın vahye muhatap olan toplumun dili olan Arapça olduğu da vurgulanır.[4]

Dünyanın Türkçe konuşan insanlarına İslâm’ı anlatmak hedefini gözeten Pîr-Türkistan Hoca Ahmed Yesevî de hikmetlerinde bu ilahî yöntemi esas alarak insanlara kendi dillerinden, Türkçe seslenmeyi tercih etmiştir. Yesevî hikmetlerinde de din dilinin metaforlar üzerinden işlendiği hatırlanarak okunması gerekir. “Gönül ülkesi”, “dinin çerağı” gibi önemli tanımların yer aldığı ve Yesevî’nin hikmetlerini âyet ve hadis anlamlarının ‘anlaşılması için’ söylediğini en açık şekilde belirten beyitler şöyledir[5]:

71[6]

Hoş görmemekte âlimler sizin dediğiniz Türkçe’yi,

Âriflerden işitsen açar gönül ülkesini.

 

Âyet-hadis anlamı Türkçe olsa uygundur,

Anlamına yetenler yere koyar börkünü.

 

Kadı, müftü, mollalar şeriatın yolunu,

Ârif âşık almıştır tarikatın arkını.

 

Amel işleyen âlimler dinimizin çırağı,

Burak biner mahşerde eğri koyar börkünü.

 

Amel eylese âlimler dini ve ayın aydınlığı,

Görse olur onların görklü yüzünün rengi.

 

Amel işlemeyip “zâhir” ilmini bilmeyip kalanlar,

Arkasına yükler kırk eşeğin yükünü.

 

Hocayım deyip laf vurma bu dünyâ dayanıksız,

Biliyorum diye söylemesin gönüldeki çirkini.

 

Yol göstericidir Hoca Ahmed marifetin gülistanı,

Sözler sözü gerçek açar gönül ülkesini.

 

Miskîn, zayıf Kul Hoca Ahmed yedi ceddine rahmet,

Farsça dilini bilse de, Türkçe’yi güzel söylemekte.

 

Hikmette âyet ve hadislerin anlaşılması ifadesi vurgulanırken, bunun dönemin uleması (=bilim insanları) tarafından hoş görülmediğinin ifade edilmesi oldukça önemlidir. Hikmetin son beytinde Ahmed Yesevî’nin dönemin Mâverâünnehr’inde yükseköğrenim dili olan Farsça’yı bildiğini vurgulaması da dikkat çekicidir.

Hikmetlerdeki Türkçe Terminoloji

Din bilgini Cavit Sunar, insanların “Kavramlarla düşünüp, kelimelerle konuşup anlaştığını” ifade etmiştir. Bu nedenle Yesevî hikmetlerindeki kavramlaştırmaların anlaşılması, Hoca Ahmed Yesevî’nin düşünce dünyasının anlaşılması için kullandığı kavramlara dikkat edilmesini gerektirmektedir.[7] Hikmetlerde kullanılan bütün kavramların sunulması bu bildiri hacmini zorlayacağı için sadece “yaratıcı irade” anlamında Tanrı,  eskatoloji yönünden cennet/cehennem düalitesini taşıyan uçmak/tamuğ kavramlarını ele alacağım. Ahmed Yesevi’nin Türk Kozmogonisinden alarak büyük bir işleklik ve kolaylık ile kullandığı bu kavramlar Türklerin kadim dininin ilahi orijinli oluş konusundaki tartışmaları noktalayacak niteliktedir.

Yesevî Hikmetlerinde “Tengri” Kullanımı

“Tengri” kelimesi ve benzerleri Türkler arasında “ilahî düzen ve bu düzeni yaratıp, sürdüren  ‘yüce kudret’ anlamında kullanıldığını göstermiştir. Türklerin ‘Tengri’ anlayışı, hiçbir şey yaratabilemeyen ve zaten kendileri de -önce kavram olarak sonrasında da somut nesneler olarak- yaratılmış olan putlara benzer bir karşılığa sahip olmamıştır. İslâmi terminolojideki Allah kavramının karşılığı olarak ‘Tengri’; ilk ve ilahi başlangıcı bildirir, âlemdeki her şey O’na bağlıdır ve bir şekilde O’ndan bir eser taşır. Atay ve Çiftçi, bu konuda yazdıkları kapsamlı bir makalede[8] şu hükmü paylaşmışlardır: “Arapça Allah ve Türkçe Tanrı kavramlarının aynı tecrübenin tezahürleri oldukları müddetçe eşanlamlı kavramlar olduğunu söylemek mümkündür.”

Hoca Ahmed Yesevi’nin Divân-ı Hikmet’in orijinal metninde yer alan ‘Tengri’ kelimesinin geçtiği hikmetler aşağıda bir arada gösterilmektedir. Burada önemli olan bir nokta da, aynı satırda bazen ‘Allah’a işaret eden Arapça ve Farsça isim ve sıfatların yanında ‘Tengri’ kelimesinin birlikte kullanılmış olmasıdır. Yine benzer şekilde “Allah’ın güzel isimleri” diye bilinen Kur’an’daki isimlere karşılık kullanılan “Bir”, “Var”, “İge” gibi kavramlardır. Bu kavramları da birkaç örnek ile vereceğim.

8

Ümmetlerim yazukların her Cum’a keç

Alıb kelgey ya Muhammed sen munı çeç

Ta ki yığlab secde eyley Tengri’ge keç

Mustafa’ga matem tutub kirdim mena.

 

Ümmetlerimin günahlarını her Cum’â affet

Alıp geleyim ya Muhammed sen bunu ayır

Ta ki ağlayıp secde eyleyim Tanrı’ya, affet

Mustafa’ya matem tutup girdim ben işte

 

11

Essiz Mansur harlık birle boldı eda

Bir söz birle yarânlardın boldı cüda

Hali dilin heç kim bilmes Tengrim güvah

Kanlar yutup men hem güvah boldım mena.

 

Sahibsiz Mansur hor görülmekle oldu tam

Bir söz ile dostlardan oldu ayrı

Kalb halini hiç kimse bilmez Tanrım tanık

Kanlar yutup ben hem tanık oldum ben işte

 

26

Vâderiğa mahşer küni zahir bolsa

Tengri Özi kadı bolub nazır bolsa

Yaman işim kılmışlarım hazır bolsa

Ne yüz birle Hazret’ige barğum mena

 

Vah ne yazık mahşer günü zâhir olsa

Tanrı Zatı hakem olup nâzır olsa

Kötü işlerimi işlediğim hazır olsa

Ne yüz ile Hazret’ine varayım ban işte

 

37

Tengri Teâlâ sözin Resulullâh sünnetin

İnanmağan ümmetin ümmet demes Muhammed

 

Tanrı Teâlâ sözünü, Rasulullah sünnetini

İnanmayan ümmetini ümmet demez Muhammed.

 

65

Her subh-dem boynum kısıb “Rabbi” desem

Rabbim meni murâdımnı berer mukin?

Kanlar töküb közlerimdin zâr ingresem

Tengrim meni hâl-i dilim sorar mukin?

 

Her sabah vakti boynumu büküp “Rabbim” desem

Rabbim benim muradımı verir mi ki?

Kanlar döküp gözlerimden ağlayıp inlesem

Tanrım benim gönlümün halini sorar mı ki?

 

66

Tağdın ağır isyanım bar ötey desem

Günahım köp yerge sığmas tapay desem

Başım alıb biyâbânlar ketey desem

Rahmân Tengrim günahımdın öter mukin?

 

Dağdan ağır isyanım var geçeyim desem

Günahım çok, yere sığmaz bulayım desem

Başım alıp bozkırlara gideyim desem

Rahman Tanrım günahımdan geçer mi ki?

 

75

Gafillikde yürüdin sen it dek kezip

Tening yatur tar lahidde asru şişip

İş kılmadıng sen Tengri’ge kögsin teşip

Sorar bolsa men kul anda ne kılğaymen?

 

Gafillikte yürüdün sen it gibi gezerek

Bedenin yatar dar kabirde çok şişerek

İş kılmadın sen Tanrı’ya göğsünü deşerek

Sorar olsa, ben kul orda ne eylerim?

 

83

Âlim uldur hışt yastanıb tahsil kılsa

Keçe kündüz Tengri’sige zâri kılsa

“Fe’l yedhakü…” âyetini tefsir kılsa

Andağ âlim, âlim bolur dostlarım a

 

Âlim odur kerpiçe yaslanıp tahsil eylese

Gece gündüz Rabbine ağlasa

“Fe’l yedhakü…”[9] âyetini tefsir eylese

Öyle âlim, gerçek âlim olur dostlarım a

“Ve’l yebkü kesîrân” deb Tengri aydı

Ma’na okgan âlim tınmay yığlab erdi

Yığlay yığlay közleri a’ma boldu

Andağ âlim, âlim bolur dostlarım a

 

“Ve’l-yebkü kesîrân”[10] diye Tanrı söyledi

Anlamını anlayan âlim dinmeden ağladı

Ağlaya ağlaya gözleri kör oldu

Öyle âlim, gerçek âlim olur dostlarım a

 

86

Kul Hâce Ahmed âşık bolsang canıng küysün

Sıdkıng birle “Allah” degil Tengri bilsün

Dua kılgıl mü’min kullar dünya koysun

Dünyâ koygan âhiretka yeter dostlar

 

Kul Hoca Ahmed, âşık olsan, canın yansın;

Sıdkın ile “Allah” söyle Tanrı bilsin;

Dua eyle mü’min kullar dünyayı bıraksın;

Dünyayı bırakan âhirete yeter dostlar.

 

95

Köz yaşıngnı derya kılgıl rahmı kelsin

Garib bolub yolda yatgıl kolung alsın

Pinhan yürüb tâat kılgıl Tengri bilsin

Hakk cemâlin körsetmese damen bolay.

 

Gözyaşını derya eyle rahmeti gelsin

Garip olup yolda yat elini tutsun

Gizlice yürüyüp ibadet eyle Tanrı bilsin

Hakk cemalini göstermese perişan olunur.

“Allah” teyu fenâ bolgıl bağrıng küysün

Tünler kobub tâat kılgıl Tengri süysün

Andın songra has buzruklar nazar kılsun

Hakk cemalin körsetmese damen bolay.

 

“Allah” diye yok ol bağrın yansın

Geceleri kalkıp ibadet eyle Tanrı sevsin

Ondan sonra has ulular nazâr eylesin

Hakk cemalini göstermese perişan olunur.

 

102

Âşık bolup hikmet aytdı Kul Hâce Ahmed

Sıdkı birle işitkenge yüz ming rahmet

İmân atâ kılğay Tengrim tâc u devlet

Âşık dilin safâ kılıp yürür bolgay.

 

Âşık olup hikmet söyledi Kul Hoca Ahmed

Sıdkı ile işitene yüz bin rahmet

İman armağan eyler Tanrım, tâc ve devlet

Âşık gönlünü safâ eyleyip yürür olsun.

 

112

Zâhid, âbid, has kullardın ulemânı

Alıb kelgey dergâhige uşbularnı

Tengrim aytgay “Ya Muhammed âsi kanı?”

“Âsi lâyık emes” deban aytar ermiş.

 

Zâhid, âbid, has kullardan, âlimleri

Alıp gelince dergâhına işte bunları

Tanrım der ki “Ya Muhammed asiler hani?”

“Âsi lâyık değil” deyip söyler imiş.

 

133

Derviş bolsang tâat kılğıl kılma riyâ

Her gûşede tâat kılğıl Tengrim güvâh

Yalgan derviş kayda barsa zevk ü da’vâ

Âdil Pâdşah tâatların isyân kılur.

 

Derviş olsan, tâat eyle, eyleme riyâ;

Her köşede tâat eyle Tanrı’m tanık

Sahte derviş nereye gitse, zevk ve davâ

Âdil Sultan ibadetlerini isyân sayar.

 

142

Ümmet üçün Rasûl dâim kaygu yedi

Tilep ümmet günahını Hakdın aldı

Keçe kündüz kâim turdı Tengrim bildi

Tilde “ümmetmen” der dilde yalgan erür.

 

Ümmet için Rasûl daima kaygı çekti

Dileyip ümmet günahını Hakk’tan aldı

Gece gündüz kıyâmda durdu, Tanrı’m bildi

Dilde “ümmetim” der, gönülde yalandır.

 

“Bir” , “Bar” ve “İge”

Yesevî hikmetlerinde Allah’ın sıfatlarından “Bir” ve “Var” oluş ile Mâlik anlamındaki “İge” kavramının birlikte kullanıldığı bir hikmet kıtasını sunalım:

22

Huş kudretliğ Perverdigâr Bir u Barım

Kolum tutub yolga salgıl “Ente’l-Hâdi”

Zatı uluğ Rahmân İgem hem Cebbârım

Kolum tutub yolga salgıl “Ente’l-Hâdi”.

 

Hoş kudretli Allah, Bir ve Var’ım

Elimi tutup yola koy “Ente’l-Hâdi”[11]

Zatı ulu Rahmân Melik’im hem Cebbâr’ım

Elimi tutup yola koy “Ente’l-Hâdi”.

 

Yesevî Hikmetlerinde Uçmak

“Uçmak” kelimesi bugünkü Türkiye’de gündelik dilimizde Tanrı kelimesi kadar kullanılmamakla beraber cennet anlamında literatüre girmiş olan ve Divân-ı Hikmet’teki birçok hikmette de yer verilmiş bir kavramdır. Ruhu kuşa benzeten Türk tasavvuf geleneğinin cennet karşılığında kullandığı kelimenin ‘uçmak’ olarak seslendirilmesi de bence etimolojik açıdan anlamlıdır.

Divân-ı Hikmet’in orijinal metninde yer alan ve cennet ismine karşılık olarak kullanılan ‘uçmak’ kelimesinin geçtiği hikmetleri sunalım:

2

Cenâzesin okup yerdin köterdiler

Bir fursatda uçmak içre yetkürdiler

Rûhın alup İlliyyûn’ge kirgizdiler

Ol sebebdin altmış üçde kirdim yerge.

 

Cenâzesini kaldırıp yerden kaldırdılar

Bir anda cennet içine ulaştırdılar,

Rûhunu alıp “İlliyyûn”a[12] girdirdiler

O sebepten altmış üçte girdim yere.

 

20

Sübhân İgem bir katre mey kılsa inâm

Zıkr-i sırnı ayta ayta kılsam tamam

Hur u gılmân cümle melek anga gulâm

Uçmak içre harîr tonlar biçer dostlar.

 

Sübhân Melik’im bir katre mey eylese armağan

Sır zikrini söyleye söyle eylesem tamam,

Hûri-gılmân bütün melekler ona köle

Cennet içinde ipek giysiler biçer dostlar.

 

35

Âlem barı uçmak bolsa cümle hûrlar karşı kelse

Allah menge rûzı kılsa menge sen ok kereksen.

Uçmak kirem cevlân kılam ne hurlarge nazâr kılam

Anı munı men ne kılam menge sen ok kereksen.

 

Âlem bütün cennet olsa, bütün huriler karşılamağa gelse,

Allah bana nasip eylese, bana sen gereksin.

Cennete gireyim dolaşayım, ne hurilere nazâr eyleyim

Onu bunu ben ne eyleyim, bana sen gereksin.

 

46

Duşenbe kün Hak Mustafa dünya koydı

Hakk Te’âlâ fermânıge boyun sundı

İbn Abbâs suvnı kuydı, Ali yuvdı

Uçmak içre hülle tonın kiymek üçün.

 

Pazartesi günü Hakk Mustafa dünyayı bıraktı

Hakk Teâlâ fermanına boyun eğdi

İbn-i Abbas suyunu koydu, Ali yıkadı

Cennet içinde hülle giysisini giymek için.

 

66

Kul Hâce Ahmed zâhid bolub mescid kirsem

Hâb-ı gaflet haram kılıb kâim bolsam

Lebh alıb kıyâmetdin korkub varsam

Uçmak içre hûr u gılmân kuçar mukin?

 

Kul Hoca Ahmed zâhid olup mescide girsem

Gaflet uykusunu haram eyleyip kıyâmda dursam

İbret alıp kıyâmetden korkup varsam

Cennet içinde hûri-gılmân kucaklar mı ki?

 

99

Mü’min kullar sâdıklar sıdkı birle turganlar

Dünyâlığın sarf etip uçmak hûrın kuçmışlar.

Mümin kullar, sâdıklar, sıdkı ile duranlar

Dünyalığını sarf edip cennet hûrisini kucaklamışlar.

 

104

Şeriatda mürşid bolğan garib kullar

Şeriatdın alar menzil alur bolgay

Namazığa şuru kılgan mü’min kullar

Uçmak üyin ümid tutub turur bolgay.

 

Şeriatta mürşid olan garip kullar

Şeriattan onlar menzil alır olmalı

Namazına titiz olan mümin kullar

Cennet evini umut edip durur olmalı.

Hoş devletdür vilâyetde pâdşah bolsa

Âdil bolub bir mü’minni kadı kılsa

Oşal kadı barça halknı râzı kılsa

Râzılıkdın uçmak üyin alur bolgay.

 

Hoş devlettir velîlikte sultan olsa

Âdil olup bir mümini kadı eylese

O kadı bütün halkı râzı eylese

Râzılıktan cennet evini alır olmalı.

 

108

Kul Hâce Ahmed âşık bolsang candın keçgil

Andın songra şevk şarabın toya içgil

Günahıngnı sebük kılıp munda uçgil

Âşıkları uçmak içre uçar ermiş.

 

Kul Hoca Ahmed âşık olsan, candan geç

Ondan sonra şevk şarabını doyasıya iç

Günahını hafif eyleyip burada uç

Âşıkları cennet içinde uçar imiş.

 

135

Ol makâmnı bildürgeni rehber kerek

Tarikatnı pişeside safder kerek

Uşbu yolnı zabt eylegen Server kerek

Andağ mürşid uçmak mülkin tayrân kılur.

 

O makâmın bildireni rehber gerek

Tarikatın ön safında saf tutan gerek

İşbu yolu zabteyleyen Server gerek

Öyle mürşid cennet mülkünü hâzır eyler.

Didâr tilep terk eyleseng mâsivânı

Ölmez burun vücudıngnı eyle fâni

“Ve enhârun min aselin musaffa”nı

Uçmakını hâs kulığa ihsân kılur.

 

Cemâl dileyip terk eylesen mâsivâyı

Ölmeden önce vücudunu eyle fâni

“Ve enhârun min aselin musaffa” yı

Cennetini hâs kuluna ihsan eyler.

 

141

Tevbe kılıp Hakk’a yangan âşıklarga

Uçmak içre tört arığda şerbeti bar

Tevbe kılmay Hakka yanmagan gâfillerge

Tar lahedde kattığ azab hasreti bar.

 

Tevbe eyleyip Hakk’a yanan âşıklara

Cennet içinde dört pınarda şerbeti var.

Tevbe kılmayıp Hakk’a yanmayan gâfillere

Dar kabirde sert azab hasreti var.

 

Uçmak mülkin uman kullar tevbe kılsun

Tevbe kılıp Hazret’ige yavuk bolsun

Hûr u kusûr, gılmân vildân hâdim bolsun

Elvân elvân kiyer teşrif hil’atı bar.

 

Cennet mülkünü uman kullar tevbe eylesin

Tevbe eyleyip Hazret’ine yakın olsun

Hûri kusûr, gılmân vildân hizmetçi olsun

Renk renk giyer şeref kaftanı var.

 

Yesevî Hikmetlerinde Tamuğ

Bildirimi Hoca Ahmed Yesevî’nin “Cehennem” anlamında kullandığı “Tamuğ” kelimesine ilişkin örneklerle noktalamak istiyorum. ‘Tamuğ’ kelimesi Divân-ı Hikmet’teki birçok hikmette de yer verilmiş bir kavramdır. Hikmetlerden ikisinde ‘tamuğ’ kelimesinin ‘yetti tamuğ’ olarak İslami literatürde işaret edilen yedi sayısı ile geçirilmesine dikkatinizi çekerim.

 

12

Tarikatnı yollarıdur turfa uluğ

Ruzi kılgan bendesige bolgay yavuğ

Uçkunige takat kılmas yetti tamuğ

Ey yarânlar aziz candın toydum mena.

 

Tarikatın yollarıdır öylesine ulu

Rızâ kılan kuluna olsun yakın

Alevine dayanamaz yedi cehennem

Ey dostlar aziz candan doydum ben işte.

 

20

Muhabbetni câmın içken divâneler

Kıyamet kün ot ağzıdın saçar dostlar

Kudret birle yaratılgan yetti tamuğ

Âşıklarnı narâsıdın kaçar dostlar.

 

Muhabbetin kadehini içen divâneler

Kıyamet günü ağzından ateş saçar dostlar.

Kudret ile yaratılmış yedi cehennem

Âşıkların narâsından kaçar dostlar.

 

22

“Ente’l-Hâdi”, “Ente’l-Hakk”nı zikri uluğ

Hakk zikrini vird eylegen köngli sınuğ

Vird eylemey şeyhmen dese câyı tamuğ

Kolum tutub yolğa salgıl “Ente’l-Hâdi”.

 

“Ente’l-Hâdi”, “Ente’l-Hakk”ın zikri ulu

Hakk zikrini vird eyleyenin gönlü kırık

Vird okumadan “şeyhim” dese yeri cehennem

Elimi tutup yola koy “Ente’l-Hâdi”.

 

25

Kul Hâce Ahmed Hakk’dın kork kim korkmas imânı yok

Aldıngdadur ol tamuğ hâzır bolgıl seherde.

 

Kul Hoca Ahmed Hakk’tan kork, kim korkar imânı yok,

Önündedir o cehennem, hâzır ol seherde.

 

39

Her kim senge sığınur tamuğdın ol kutulur

Uçmak sarı ulanur ya Mustafa Muhammed.

 

Her kim sana sığınır cehennemden o kurtulur

Cennet’e doğru yollanır ya Mustafa Muhammed

 

88

Kul Hâce Ahmed raks u semâ her kimge yok

Taklid birle ursa semâ kirgey tamuğ.

Bu rivâyet pinhan erdi aytsam kamuğ

Hakk’nı tapıp raks u semâ urdı dostlar.

 

Kul Hoca Ahmed, raks ve semâ herkese yok

Taklit ile yapsa semâ, gire cehenneme

Bu rivâyet gizli idi, söylesem hepsini

Hakk’ı bulup raks ve semâ yaptı dostlar.

 

91

Bidârlarga Hakk rahmeti bolur yavuk

Bidârlarnı köngli sınuk közi yaşlık

Men-menlikni cezasını bergey tamuğ

Tekebbürni duzâh içre hâli düşvâr.

 

Uykusuzlara Hakk rahmeti olur yakın

Uykusuzların gönlü kırık, gözü yaşlı

Ben-benliğin cezasını verecek cehennem

Kibirlinin cehennem içinde hâli perişan.

 

99

Molla müfti bolganlar yalgan fetva bergenler

Aknı kara kılganlar ol tamuğga kirmişler.

 

Molla, müftü olanlar, yanlış fetva verenler

Akı kara eyleyenler o cehenneme girmişler.

 

“Tanrı” Sözünün Kullanımı İle İlgili Tartışmalar ve Kaynaklardaki Bazı Kullanımlar

Son yüzyılda “Tanrı (=Tengri)” kelimesinin kullanımı ile ilgili bazı tartışmalar, Pîr-i Türkistan Yesevî’nin bu sözü rahatlıkla kullanmasından neredeyse bin yıl sonra zaman zaman alevlenerek süregelmektedir. Bu tartışmanın sosyal psikolojik temelinde 1932 yılından 1950’ye kadar ezanın Türkçe okutulması dayatmasının yer aldığı değerlendirilmiştir.[13] Yakında yayınlanan bir yazısında Kamil Yeşil bu tartışmanın son zamanlardaki bir çekişmeye konu edildiğini güncel bir yazısında Cemâleddin el-Gaznevî’den “Allah ismi Arapçadır; Acemler Huda, Türkler Tanrı derler.” sözlerini de naklederek ele almaktadır.[14]

Hazret Sultan Yesevî’nin açtığı çığırı takip eden birçok sûfi de eserlerinde Tanrı sözünü Allah kullanımının karşılığı olarak kullanmaktan imtina etmemişlerdir. Bir örnek vermek gerekirse Kerderli Mahmud Bin Ali’nin Nehcü’l Feradis (Uçmakların Açık Yolu) kitabında Tanrı lafzının tam 312 yerde kullanıldığı görülür.[15] Tanrı kullanımının Allah ‘İsm-i Celâl’i karşılığında kullanımının en eski örneklerinden birisini ise ünlü sûfi Bâyezid-i Bistâmî ile ilgili bir menkıbede görmek mümkündür.[16] Yunûs Emre Divânı’ndan Süleyman Çelebî’nin Mevlîd’ine, Hacı Bektaş Velî Menâkıbnâmesi’nden Sûfi Allahyâr Sebâtü’l-Âcîzîn’ine Tanrı kullanımlarını muhtelif asırlar içerisinden örneklemek mümkünse de bu yazı Yesevî Hikmetleri ile sınırlı olduğu için işaret etmekle yetinilmiştir.[17] Süleyman Çelebi’nin asırlardır bütün Türkler tarafından saygı ile okunan Mevlid’inde de[18] tıpkı örneklediğimiz Yesevî hikmetlerinde olduğu gibi hem ‘Allah’ hem de ‘Tanrı’ sözcüklerini kullanmasına bakılarak bu konuda ifrat ve tefritten kaçınılması gerekir.

 

SONUÇ

Hoca Ahmed Yesevî’nin Türkistan bozkırlarında yaşayan insanlara İslâm’ı anlatmada elde ettiği başarıda, ‘din dili’ kullanımında bölge insanının anlayabileceği dili, ana dili olan Türkçe’yi tercih etmesi büyük bir pay sahibidir. Yesevî’nin bu tercihinin bilinçli bir yaklaşımdan kaynaklanmış olması yanında ilâhî iradeyi ihtar eden bir Rabbânî ilhâmın yansıması olduğu da –bana göre- kesindir.

Hazret-i Pîr-i Türkistan Yesevî’nin bu yaklaşımı sayesinde bugün Yesevî hikmetleri bütün Türk yurtlarında -ve her nesilde yenilenerek- etkisini sürdürmektedir ve bu etkinin kıyamete kadar devam edeceğine olan inancım tamdır.

 

 

 

(*) Dr. / hayatibice@hotmail.com
[1] Sunar, C. “Din Nedir”. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 10 (1962), s.65-70

[2] Turan, M. “Din Dili”. Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (2017), s.43.

[3] Bir örnek olarak Zuhruf Sûresi: 2-3. Âyet: “Apaçık Kitab’a andolsun ki, iyice anlayasınız diye biz, onu Arapça bir Kur’an yaptık.”

[4] Bkz: Yusuf Sûresi 2. Âyet, Fussilet Sûresi 44. Âyet.

[5] Yesevî, 71. Hikmet, Divân-ı Hikmet, TDV Yay. (11. Baskı), 2022, Ankara.

[6] Hikmetlerden alıntılar verilirken kullanılan sayılar tarafımdan hazırlanan ve Türkiye Diyanet Vakfı yayınları arasında yayınlanan Divân-ı Hikmet neşrindeki Hikmet’lerin sıra numaralarını göstermektedir.

[7] Bice, H. Divân-ı Hikmet’in Kavram Haritası. KDY Yay. 2020, İstanbul, s.68-70.

[8] Atay, R. , Çiftçi, E. “Din Dili Çerçevesinde Süleyman Çelebi’nin Mevlid’inde Tanrı Kavramının Serüveni”. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (2014 ): 291-322.

[9] Bkz: Tevbe Sûresi 82. Âyet: Artık kazandıklarının karşılığı olarak, az gülsünler, çok ağlasınlar.

[10] Aynı Âyet: Artık kazandıklarının karşılığı olarak, az gülsünler, çok ağlasınlar.

[11] “Ente’l- Hâdi”: “Sen hidâyet verensin.”

[12] Kur’ân-ı Kerîm’de söz edilen cennetlerden birisi.

[13] Dikici, A. “İbadet Dilinin Türkçeleştirilmesi Bağlamında Türkçe Ezan Denemesi ve Buna Gösterilen Tepkiler”. Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları, (2012 ): 77-104.

[14] Yeşil, K. “Modernleş-tir-menin Dini”, Muhit Dergisi, (34), Ekim 2022, s.42.

[15] 1358 tarihli nüsha: İstanbul Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Yeni Cami Koleksiyonu, Demirbaş Nu.879.

[16] Nakledilmiştir ki, Bâyezîd yetmiş kere Hazreti İzzet’in (c.c.)  yakınlığını bulmuştu. Her geri dönüşünde zünnâr bağlar, sonra da keserdi. Ömrü sona yaklaşınca mihrâba vardı ve zünnârı bağladı, abasını ters çevirip giydi, külâhını ters olarak başına koydu ve dedi ki: “İlâhî! Ömür boyu çektiğim çileleri satmıyorum, gece boyunca kıldığım namazları sunmuyorum. Hayat boyu tuttuğum oruçlardan söz etmiyorum, Kur’an hatimlerini saymıyorum, yakarış ve yakınlık zamanlarımı da hesaba katmıyorum. (…) Yetmiş yıl saçını putperestlikte ağartan bir Türkmenim, bozkırlardan şimdi gelmekteyim. “Tengri”, “Tengri” diyordum. “Allah”, “Allah” demeyi yeni yeni öğreniyorum. (…) Ben her ne işledimse boşuna harcanmış sayıyorum. Sen de bende Hazret’ine yaraşmayan her ne gördünse üzerine af çizgisini çek.” (Attâr, Nefehâtü’l-Üns, Haz. Süleyman Uludağ, Kabalcı Yay., İstanbul 2007, s.208)

[17] Bu konuda konuya Türk dilinin ilk yazılı örneklerine kadar indiren bir derli toplu yazı için bkz. Prof. Dr. Vahit Türk, “Orhun Yazıtlarından Kutadgu Bilig‘e Din Dili”, Türk Yurdu, (283), Mart 2011, s. 31.

[18] Atay, R. , Çiftçi, E., a.g.m., s.306-307.

Paylaş: